X

Palermo

Travel & Gourmets
220 Okunma

İzmir'den bindiğim otobüsle güzergahtaki bütün şehirleri birer birer aşarak Yunanistan ile olan sınır kapısına gelmiştim bir solukta. Zaman benim için hızla akıp geçiyordu. İçimde Sicilya heyecanı ve coşkusu çoktan filizlenmişti. Bu yıl sonbaharı geçirmek, Sicilyalıların nasıl yaşadıklarına tanıklık etmek, yerel lezzetlerinin tadına varmak ve en önemlisi de iyi bir eğitim için adanın yolunu tutmuştum. Sicilya'yı ilk defa ziyaret ediyordum. Ada hakkında bildiklerim yalnızca internetten okuduğum iki üç röportaj ve boş söylentilerden ibaretti. Aslında Goethe'nin şu cümlesi beni çok etkilemişti; "Sicilya'yı görmeden İtalya'nın resmini ruhumuza nakşetmek imkansız..."İzlemiş olduğum "Godfather" filminin aklımda kalan sahnelerinde Palermo, mafyanın doğduğu şehirdi. O filmden sonra Palermo'nun labirenti andıran karmaşık, tenha sokaklarında ellerinde makineli tüfeklerle, koyu renkli takım elbiseli acımasız adamların olabileceği hayali hep aklımdaydı.Şimdi ise böyle şeylerin olmadığını bildiğim halde yine de heyecanlanıyorum. Baba Corleone'nin yetiştiği topraklara girdiğimde hava kararmış, üç günlük yolun yorgunluğuyla uyuyakalmıştım. Uyanıp otobüsten indiğimde o kocaman bulutların arasından süzülen sarımtırak ışık bana merhaba diyordu. Çok acıkmış, etrafı turlayıp açlığımı giderecek yiyecek arayışına girmiştim. Otobüsten bir hayli uzaklaştıktan sonra bir pizzacı buldum. O hızla bir pizza menüsü sipariş edip adadaki ilk güne bu ziyafetle başlamanın mutluluğunu yaşadım adeta.

Oteli gördüğümde şaşırmıştım. Otel eski bir yapı olmasına rağmen gösterişli ve asil görünümdeydi. Kendimi kaptırıp her ayrıntıyı inceledikten sonra odama yerleşebildim. Benim odamın penceresi otelin içine yani avluya bakıyordu. Ertesi gün otelin terası olduğunu öğrendim ve keşfe başlamak için erkenden uyanıp terasa çıktım. O eski tarihi yolu ve karşımda duran görkemli dağı seyretmeye koyuldum. Kuşlar çığlık çığlığa yeni günü müjdeliyordu. 

Kahvaltı sonrası Palermo'nun en eski caddelerinden birine girdim. Caddenin kesiştiği bir sokağa saptım ve adeta bir labirente girmişcesine kaybolduğumu hissettim. Sokaklardaki kalabalık beni Palermo'nun pazarına götürdü. Türkiye'deki pazarları anımsatan çok fazla detay vardı. Daracık sokağı eskimiş tenteler gölgelemiş, tezgahları çeşitli deniz canlıları, rengarenk sebzeler, çengellerden sarkan kuzular, taze doldurulmuş sosisler, şişe şişe zeytinyağları ve kıyafetler süslüyordu. Bu manzarayı görünce Türkiye'yi anımsamamak mümkün değildi. Hızlıca bir plan yapıp aklımda belirlediğim malzemeleri kese kağıdından yapılmış torbalara doldurdum. Bütün pazarı dolaştıktan sonra çıkışa varabildim sonunda. Şehrin en sevdiğim meydanında bir yorgunluk kahvesi içtim. Espresso'nun lezzeti ve kokusu birbirine denkti. Kahve çekirdekleri tam ayarında kavrulmuş, kıvamı da istediğim ölçüdeydi. Kahvenin ardından otelin mutfağına girip pazardan aldıklarımla birkaç şey pişirmeye başladım. Hala benim için bir bilinmezlik taşıyordu Sicilya. Buradan tek bir istediğim vardı; beni adanın dokusunda bulunan renk cümbüşüne katması...

Yazının devamı Aralık sayısında!

banner

Yorum Yap

(*) Gerekli Alanlar