Karaburun, benim için bu yazın en önemli keşiflerinden biri oldu. Hep yolları dar ve virajlı, denizi soğuk ve taşlı diye duyduğum, sanırım bundan dolayı gitmeyi hep ertelediğim Karaburun'la yollarımız ancak bu yazın son günlerinde kesişti. Meğer ne çok şey kaçırmışım...
Gülbahçe-Balıklıova
İzmir'den Karaburun'a doğru giderken rotanız üzerinde sizi harika bir manzara ve pek çok lezzet noktası bekliyor olacak. Önce daha çok yazlıkçıların bulunduğu şirin tatil beldesi Gülbahçe'den geçeceksiniz. Ardından Balıklıova çıkacak karşınıza. Burada özellikle denize paralel sıralanmış pek çok balık restoranı göreceksiniz. “Özal'ın Yeri”, “Garip'in Yeri”, “Sezer'in Yeri” gibi... Bunlardan restoranların birinde deniz kıyısında balık ve meze çeşitlerinin tadına varabilirsiniz. Balık yemem derseniz buradaki “Nazilli Pidecisi”nin pideleri de çok meşhur benden söylemesi. Bir de Balıklıova'nın un kurabiyesi ünlü, burada bir fırında durup ekmek ve un kurabiyesi almanızda fayda var. Un kurabiyesinin klasik şekli dışında kakaolusu, susamlısı ve tarçınlısı da nefis. Balıklıova'dan hemen çıkar çıkmaz sağınızda “Manzara Restoran”ı göreceksiniz, harika bir manzaraya sahip bu yerde yemek yemeseniz bile bir mola vermek gerekli. Özellikle denizin üzerindeki kısımda oturmak çok keyifli. Burada kahvaltının yanı sıra balık ve ızgara çeşitleri, ahtapot güveç, midye tava, kalamar gibi seçenekler de mevcut.
Balıklıova konaklama açısından ise sıkıntılı bir yer çok fazla seçeneğiniz yok, olanlar da temizlik ve hizmet açısından maalesef umut vaat etmiyor. O yüzden ne yapıyoruz, burada hiç kalmadan Mordoğan'a doğru yolumuza devam ediyoruz. Yol üzerinde güzel bir denize sahip “Manal Koyu” var, burayı da yaz için not alabilirsiniz.
Mordoğan
Yol hakkında duyduklarınız sizi hiç endişelendirmesin, Mordoğan'a kadar yeni yol yapıldığı için yol geniş ve rahat, çok fazla araç yoğunluğu da yok. Kuş sesleri ve çiçek kokuları eşliğinde çok keyifli bir yolculuk yapacağınız kesin.
Mordoğan'da denize girmek için en çok tercih edilen plajlar “Ardıç ve Ayıbalığı”, deniz mevsimi için aklınızda bulunsun. Bu mevsimde ise Eski Mordoğan’ı, iskeleyi ve Mordoğan'ın “Kösedere”, “İnecik” gibi güzel köylerini gezebilirsiniz.
Eski Mordoğan
Eski Mordoğan olarak geçen kısımda köyü gezebilirsiniz, özellikle fotoğraf çekmeye meraklıysanız eski Rum evleri ilginizi çekecektir. Bunun dışında bu bölgede gezebileceğiniz yerler “Ayşe Kadın Camii”, “Müesser Aktaş Tarih Evi” ve “Dilek Pınarı”.
Ayşe Kadın Camii
1332’de Aydınoğlu Umur Bey tarafından yaptırılan bu cami, 1802’de Ayşe Kadın tarafından tamir ettirilmiş. Bu tarihi cami, özellikle bahçesindeki heybetli çınar ağacı ve iç süslemeleri ile dikkati çekiyor. Anlatıldığına göre caminin iç süslemelerinde Ayşe Kadın'ın çeyizinde bulunan nergis, sümbül, karanfil gibi işlemeler motif olarak kullanılmış
Müesser Aktaş Tarih Evi
Eski Mordoğan köyünün ortaokulu olarak 1932 yılında yapılan daha sonra ise bir süre kullanılmayıp kaderine terk edilen bina, şu anda “Müesser Aktaş Tarih Evi” olarak ziyaretçilere açık. Burada Müesser Hanımın yıllardır biriktirdiği nostaljik giysiler, mutfak eşyaları ve eskiye dair pek çok objeyi bulmak mümkün. Yörenin geçmişini yansıtan bu eşyalar özellikle burada sergilenen pek çok şeye yabancı yeni nesil için ilgi çekici olacaktır.
Dilek Pınarı (Narcissos)
“Dilek Pınarı”nın mitolojik bir hikâyesi var; buna göre orman perisi Ekho, Narcissos’a karşılıksız bir aşka tutulmuş, hatta bu aşkla eriyip gitmiş, yok olmuş. Bunun intikamını aşk tanrıçası Afrodit, Narcissos’u kendisine aşık ederek almış. Ormanda dolaşan Narcissos bir pınarın suyunda daha önce hiç görmediği kendi yansımasına aşık olmuş, daha sonra ise bu aşktan Ekho gibi eriyip yok olmuş. Narcissos’un öldüğü yerde çok güzel bir çiçek, nergis çıkmış. Nergis çiçeğinin adı Narsizm kelimesi de bu hikayeden geliyor. Hikayede bahsi geçen pınarın kuruduğunu ve şu an orada sadece bir dilek ağacı bulunduğunu söyleyeyim de benim gibi hayal kırıklığı yaşamayın gidince.
Mordoğan’da ne yemeli?
Yemek konusuna gelince, ben Mordoğan'da iki akşam kaldım, birinde balık diğerinde pide yemeyi tercih ettim. Balık için hemen sahilin başında yer alan “Mimas Restoran”ı seçtim, deniz kıyısında çok keyifli bir ortamı ve çok hoş müzikleri var. Çalınan şarkılar kendinizi Yunan adalarından birinde hissettiriyor. Ben burada kalamar, çipura ve birkaç çeşit meze denedim. Meze çeşidi Ayvalık'takiler gibi çok değil, tadında da bir fevkaladelik yok ama dediğim gibi ambiyans güzel. Instagram'daki takipçilerim bana burada “Yakamoz Restoran”ı (özellikle deniz ürünlü okyanus böreğini), “Beyzade Restoran”ı, “Problemin Yeri”nde çorba içmemi ve Ödemiş köftesi yememi önerdi ama bunlar için zamanım olmadı. Belki siz değerlendirebilirsiniz.
“Gürlük Pide” yine takipçilerimin önerdiği bir başka yerdi, orada tavuklu ve patlıcanlı pide, bir de kıymalı pideyi denedim. Özellikle pidenin hamur kısmını çok beğendim, ince ve çıtırdı.
Kaynarpınar
İki gün Mordoğan'da vakit geçirmek bana yeterli geldi ve Karaburun'a doğru ilerlemeye karar verdim. Mordoğan'dan çıktıktan 6-7 km kadar sonra Kaynarpınar tabelasını gördüm. Buraya geldiğimde çok küçük bir sahil ve şirin bir yerleşim yeri ile karşılaştım. Kısa sahili hemen turladıktan sonra asırlık bir çınar ağacının gölgesinde oturup köy kahvesinde adaçayımı içtim. Kaynarpınar'da daha fazla kalmak isterseniz hoş balık restoranları ve küçük pansiyonlar da var.
Boyabağı
Tekrar Karaburun'a doğru yola devam ettiğimde sağ tarafımda Boyabağı tabelasını gördüm, buradan girdiğimde biraz bozuk bir toprak yol vardı, o yüzden çok fazla ilerleyemedim ama muhteşem güzellikte bir manzara ile karşılaştım. Denizin rengi beni büyüledi... Bir de kayalıkların üzerinde kamp yapanlara özenmedim değil. Fotoğraf çekmek için buraya uğrayabilirsiniz.
Kösedere-İnecik-Eğlenhoca
Mordoğan’a bağlı Kösedere, sahilde değil iç kısımda yer alan bir köy. Pek çok köy gibi burada da köy meydanında tarihi bir cami ve köy kahvesi bulunmakta, etrafında ise köye ait ürünleri satan tezgâhlar var. Kösedere ve Eğlenhoca köylerinin arasında bulunan İnecik ise muhteşem bir deniz manzarasına sahip. Açıkçası insan bu köyün manzarasını gördükten sonra yaşadığı yere dönmek istemiyor. Eğlenhoca, yarımadanın en büyük ve en eski köylerinden bir tanesi ve görülmesi gereken bir yer.
Ambarseki
Karaburun'a çok yaklaşmıştım ki bu kez de sol tarafımda Ambarseki köyünün tabelası gözüme çarptı. Burada bulunan ve daha önce methini duyduğum “Melisa Kır Kahvesi”nde biraz mola verdim. Öğle saatlerinde hafif bir şeyler yemek istedim. Burası bir aile işletmesi, sizi çok samimi karşılıyorlar, sohbet ediyorlar ve mutfakta o an ne varsa tercihinizi ona göre yapıyorsunuz. Benim kısmetime zeytinyağlı biber dolması ve menemen çıktı, özellikle yanında köy ekmeği ile birlikte menemenin çok lezzetli olduğunu belirtmeliyim. Ayrıca bu kır kahvesinin konumu da harika, tepeden Karaburun'u izliyorsunuz. Yalnız hemen yanı başında da küçük bir mezarlık var, bu durumdan rahatsız olmazsanız manzaranın keyfini çıkarabilirsiniz.
Saip
Ambarseki köyünden hemen sonra ise Saip köyü karşıma çıktı ve merak edip ilerledim. Burada da Saip Kır Kahvesi'nde bir kahve molası vermek istedim. Ancak menüye bakıp içecek çeşitlerini görünce seçmekte epey zorlandım. Bir kısmını tattığım bir kısmının ise sadece adını duyduğum çeşit çeşit Osmanlı şerbeti vardı menüde. Gelincik, reyhan, zencefil, gül, kaynar, demirhindi gibi şerbetler... Ben hangisini seçeceğime karar veremeyince "çeşni tabağı" aldım, böylece likör bardaklarında pek çok çeşitte şerbet tatma imkanım oldu. Bunlardan en çok beğendiklerim gül, reyhan, mandalina ve gelincik şerbetleriydi. Aslında buranın kahvaltısını da çok merak ettim ve bir dahaki gidişimde denemek üzere not aldım. Daha menüye bakınca sıra dışı bir kahvaltısı olduğu anlaşılıyor, buranın işletmecisi Nihal Hanım aklınıza gelebilecek hemen hemen her meyve, hatta çiçek ve bitkiden reçel hazırlamış. Kendisi yaklaşık 70 adet reçel yaptığından bahsetti, birkaç tanesini saymak gerekirse nergis, kekik, karabaş otu, hayıt, adaçayı, nergis, erguvan, havuç, domates, enginar... Bunları kahvaltıda tattığınız gibi, isterseniz satın alabiliyorsunuz da. Şerbetleri içtim ama aklım kahvede kaldı, Nihal Hanım ve eşi ile reçeller ve şerbetler üzerine sohbet ederken bir de kahve içtim. Kahve sunumları gerçekten işletme sahiplerinin zarafetini yansıtacak şekildeydi. Kahvenizin yanında alışılageldiği gibi su ve lokumun yanı sıra bir de şerbet geliyor, kahve fincanınızın yanında ise minik bir nazar boncuğu hediyesi, bu da tabii ki sunuma bir fark katıyor.
Karaburun İskele
Burada çoğunlukla sahil boyunca sıralanmış balık restoranları ve kafeler var. Ama çok küçük bir cadde, hemen bir ucundan diğerine geliveriyorsunuz. “Number One”, “İskele Restoran”, “Yakamoz”, “Giritli Rum Meyhanesi” cadde üzerinde öne çıkan mekanlar arasında.
Karaburun’un Köyleri
Karaburun merkezden çıkıp yarımadanın etrafını dolaşmaya başladığınızda kimisi sahil şeridinde kimisi iç kısımlarda yer alan pek çok köy karşınıza çıkıyor. Ben bir tam gün ayırarak neredeyse bu köylerin tamamını dolaştım. Bazılarına girmesem de olurmuş, bazıları ise görülmeye değer manzaralar çıkardı karşıma. Yeni kurulan köyler daha çok sahil şeridinde yer alırken eski köyler sahilden görülmeyecek yamaçlarda kurulmuş. Bunun sebebi denizden gelebilecek korsan saldırılarına karşı köyleri korumakmış. Bu köylerde dikkatimi çeken bir başka özellik ise çok az ev olması ve dışarıda çok az insan görmemdi, hatta köy mezarları bile küçücüktü. Gerek mübadele gerekse ekonomik sebeplerle yapılan göçler nüfusun bir hayli azalmasına sebep olmuş.
Merkezden yola çıktığınızda Bozköy, Tepeboz, Hasseki, Sarpıncık, Parlak, Salman, Küçükbahçe ve Yaylaköy’den bir daire çizip tekrar merkeze dönebiliyorsunuz, bu sıralamayı tam tersinden de yapabilirsiniz.
Bozköy-Tepeboz-Yeni Liman
Merkezden Yeni Liman'a doğru giderken sahil şeridinden içeride yer alan iki köy Bozköy ve Tepeboz. Tepeboz’a bağlı Yeniliman yine balıkçıların, kır kahvelerinin olduğu şirin bir yer. Aynı zamanda Karaburun'un en uzun koyu. Oldukça sakin bir yer, burada gürültüden uzak dalgaların ve rüzgarın sesini dinleyerek vakit geçirebilirsiniz.
Hasseki-Sarpıncık-Sazak-Parlak-Salman-Küçükbahçe-Yaylaköy
Hasseki, Türklerin ve Rumların birlikte yaşadığı bir köymüş, hala bazı Rum evleri görülüyor. Sarpıncık, merkeze 12 km uzaklıkta, özellikle 1938 yılında yapılan feneri ile ilgi gören bir köy. Sarpıncık’ı geçtikten sonra Hamzabükü tabelasından döndüğünüzde 8-10 km kadar ileride Karaburun Feneri ya da Sarpıncık Feneri olarak anılan deniz feneri karşınıza çıkıyor. Buradan gün batımını izleyebilir ve güzel fotoğraflar çekebilirsiniz. Yalnız yolun üç dört kilometresi bozuk bir toprak yol, bir de tabela olmaması buraya ulaşmak açısından sıkıntı veriyor. Sazak, eski bir Rum köyüymüş, 1923 sonrası mübadele sürecinde terk edilmiş ve şu anda sadece yıkık dökük Rum evleri kalmış geriye. Burası da bence Karaburun’da çok önemli ve görülmesi gereken bir yer olmasına rağmen tabelası yok ve çok dikkat etmezseniz burayı kaçırabilirsiniz. Sarpıncık'tan Parlak'a doğru giderken sağ tarafta rüzgar santralini gösteren bir tabeladan içeri gidip biraz ilerlediğinizde bu eski köyü net olarak görmeniz ve fotoğraflamanız mümkün. Parlak köyü daha çok Badembükü adlı sahili ile ünlü. Parlak köyünü geçtikten sonra sağ tarafınızda Badembükü tabelasını göreceksiniz buraya dönerseniz beş km ileride bakir bir koy sizi bekliyor. Bu sakin koy, kamp, mangal gibi zevkleri olanlara hitap edebilir, burada hiçbir tesis bulunmadığını da belirtelim. Badembükü'ne dönmeyip düz devam ederseniz ise karşınıza Salman köyü çıkacak. Salman’dan Küçükbahçe’ye doğru devam ederken koydaki girinti nedeniyle Denizgiren olarak adlandırılan mahalde birkaç site ve bir pansiyondan başka pek bir şey yok. Küçükbahçe’den sonraki yol tamamen ormanlık ve yer yer iniş yer yer tırmanış şeklinde geçiyor, ayrıca dar ve virajlı, kesinlikle bu yoldan hava kararmadan geçmelisiniz. Aracınızın camlarını açıp yayla havasını içinize doldurun, yeşilin tonları dışında çok farklı bir şey görmeyi de ummayın.
Karaburun’da ne yemeli?
Ben deniz ürünlerini çok sevdiğimden Karaburun’da yemek tercihim hep bu yönde oldu. Bir akşam yemeğim için Yeniliman’da bulunan Lipsos Otel Ata'nın Yeri’ne gittim. Ata'nın Yeri hem otel hem restoran. Konaklama için standart odaların yanı sıra bungalov ve karavan seçenekleri de var. Özellikle bungalov odalar denize sıfır konumuyla huzur verici görünüyor. İnsan burada kendini dünyanın diğer ucuna gelmiş gibi hissediyor. Yemeğe gelince buranın mezeleri de deniz ürünleri de çok lezzetli. Kaparili balık ezmesi, deniz ürünlü pazı sarması, bir Rum mezesi olan topik, deniz börülcesi ve tahinli patlıcan salatası denediklerim arasında. Mezeler güzeldi ama asıl kalamardan bahsetmeliyim. Yediğim en lezzetli kalamarlardan biriydi desem sanırım abartmış olmam. Balık olarak ise bir gittiğimde dil tava diğerinde ise fener yedim, ikisi de güzeldi. Üzerine de güzel bir Türk kahvesi, böyle güzel bir manzarada kahvenin tadı bile daha farklı sanki... Fiyatları biraz yüksek ama böyle güzel bir ortamda taze ve lezzetli şeyler yediğinizi düşünürsek buna değiyor.
Lipsos dışında Karaburun iskelede bulunan İskele Restoran da başarılıydı. Ben mezelerden kabak çiçeği dolması, fava ve patlıcan salatasını denedim, balık tercihim ise şişte sardalya ızgaraydı, mezeler ortalama ise de balık çok lezzetliydi.
Tatlı olarak ise Karaburun’da birkaç şubesi bulunan 7 Kardeşler Dondurmacısını öneririm, özellikle sakızlısı insanı çocukluğuna götürüyor.
Nerede kalınır?
Karaburun merkezde ve koylarında büyük oteller yerine butik oteller, pek çok pansiyon ve apart bulabilirsiniz.
Nergis Otel - Akvaryum Koyu
Mimoza Apart - Mimoza Koyu
Taşada Otel - Mimoza Koyu
Can Pansiyon - Bodrum Koyu
Nergis Otel - Akvaryum Koyu
D&N Pansiyon – Kuyucak
Lipsos Otel Ata'nın Yeri - Yeni Liman